Muhacir, Türkçe'ye Arapça'dan geçen ve tehcire yani zorunlu göçe uğramış, bir yerden başka bir yere göç ederek gelen kişiler yani göçmenler için kullanılır.
Muhacirler yada macırlar; 1878(1293) muhacirleri yada daha sonra mubadeleyle gelen muhacirler Oğuz Boylarına mensup Türklerdir.
Trakya bölgesinde günlük konuşma dilinde "Macır" olarak telaffuz edilen bu kelime, Balkan Savaşları'ndan itibaren 1930'lara kadarYunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk ve Yugoslavya gibi Balkan ülkeleriyle Türkiye arasında mübadele ile göçenler için kullanılmaktadır. Bu göçmenler öncelikle Trakya olmak üzere, çoğunlukla Marmara Bölgesi'ne yerleştirilmişlerdir. Yunanistan'dan göçenler genellikle Girit, Midilli ve Selanik civarından göç etmişlerdir. Girit ve diğer Ege Adaları'ndan göçenler kendilerini Muhacir olarak değil, Adalı olarak tanımlarlar. Balkanlardan gelen göçmenler devletten toprak almışlar, ancak varlıklarını ve evlerini geldikleri ülkelerde bırakmışlar, çok büyük emek vererek Türkiye'de yeni düzen kurmaya çalışmışlardır. Balkan halklarında yüzyıllardan beri yerleşmiş olan köy düzeni, ev inşaatı, bahçe düzeni (çiçek) ve tarımsal faaliyetlerde (meyve ve sebze yetiştirme gibi) geleneksel anlayışı Türkiye'ye ilk defa getirmişler ve çalışkanlıkları ile büyük takdir toplamış, önemli bir kısmı birçok alanda ülkenin öncüleri olmuştur.
Osmanlı-Rus Savaşı ve Kafkasya Savaşı (19. yüzyıl) sırasında Kafkasya'dan göçenler de Muhacir olarak adlandırılır. 1923 yılında yapılan Lozan Antlaşması gereği Türkiye'deki Hıristiyan Rumlar ile Yunanistan'daki Müslüman Türklerin değiş tokuşu yapılmış, mallarına karşılık mal verilerek mübadele edilmişlerdir.
Kaynak : Ovacik Koyu Facebook Hesabi
Evlad-ı Fatihan
1335 yılında Süleyman Gazi'nin Karesi beyi olması ile zamanının ünlü Kayı beyleri Hacı İlbey ve Gazi Evrenos Bey ile Trakya'nın fethini başlatan Osmanlı Türkleri tüm Trakya, Makedonya ve Bulgaristan'ı fethetmişlerdir. Buralara Anadolu'dan, Karadeniz’in kuzeyinden gelen Türkler yerleştirilmeye başlamıştır. Klasik dönemde Osmanlı ordularının ilerlemelerine ön hazırlığı akıncılar yapıyorlar ve istihbarat sağlıyorlardı. Ordu seferberlik halinde yolu boyunca müttefik yerel beylerin askerleri ve sipahi yazılmış olanların katılımları ile toparlanıyordu. Tahrir defterlerinde Türkmen asıllı olup Rumeli'de yarı-göçebe bir hayat süren yörüklerin orduda yerleri özellikle tespit edilmişti.[3] Bunlar merkezi kuvvetlerle dil ve din paydaşlığı yanında biniclik, atıcılık, avcılık, iz sürme gibi hasletleriyle ideal askerlerdi. II. Viyana Kuşatması sonrasındaki Kutsal İttifak Savaşlarının döneminde klasik düzenin yozlaştığı, asker kaçaklarının arttığı görülmüş ve reforma gidilme ihtiyacı hissedilmiştir.
İşte 1102 H. (1691 M.) senesinde çıkarılan bir hatt-ı hümayun ile yörük taifeleri, "Evlâd-ı Fâtihân" adı altında ve Rumeli'nin sağ, sol ve orta kolunda olmak üzere yeniden yazıldı.[4] Bunlara seferberlik dönemlerindeki askeri mükellefiyetler karşılığında geniş vergi muafiyetleri tanınmaktaydı.[5] Nitekim yazılan bir kanunnâme’de; “Yörük taifesi öteden beri Devlet-i Âliyyenin güzîde ve cengâver, itâatli, ferman dinleyen askerlerinden olup, eski seferlerde küffâr ile yapılan harplerde, kendilerinden iyice yararlık ve yüz aklıkları görüldüğünden, bu tâifeye Evlâd-ı Fâtihân adı verilmiştir” denilmektedir.[4] Balkanlar’daki savaşlarda en çok kayıp veren Evlad-ı Fatihan askerleri olurdu.
Tanzimat devrinde Evlad-ı Fatihan muafiyetleri kaldırılarak diğer halk gibi bunlar da vergi ve askerlik mükellefiyetlerine tabi tutuldular.[5] 1846 yılında Selanik müşirine yazılan bir emirle Evlad-ı Fatihan teşkilatı göreceli olarak ortadan kaldırılmış olmasına rağmen gönüllülük esasıyla 1923 yılına kadar fiilen devam etmiştir. Teşkilatlanma tamamen eski Türk akıncı beylerinin Tımar esasına dayanmakta olup her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda aristokrasi olmadığı söylense de, eski bey soyundan gelenlerin liderliğinde eski tımar alanları (tımar köyleri) içerisinde, asker toplayarak gönüllülük esaslı bir teşkilatlanmadır.[kaynak belirtilmeli] 1.İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra nüfus mübadelesine kadar sivil gruplar şeklinde işgale karşı direnişe devam etmişlerdir.
Evlad-ı Fatihan’ın yapısı, Balkanlar’da o dönemden beri yaşayan Türklerin nüfusudur. Bu nüfus yapısı tek tipte değildir. Balkanlar’da yaşayan Türklerin bir kısmı Anadolu’dan iskân politikası doğrultusunda göç eden Türklerden oluşur. Başka bir kısmı ise Balkanlar’da Osmanlı öncesinde var olan çeşitli Türk boylarının devamıdır. Balkanlar'da, Osmanlı öncesi ve sonrası diye ayırabileceğimiz iki grup Türk unsur vardır. Bunlardan öncekiler; Konyar, Gacal, Çitak ve Hıristiyan Gagavuzlardır. Sonrakiler ise, Osmanlıların bizzat iskân ettikleri Yörükler ve Tatarlardır. Evlad-ı Fatihan da, işte bu ikinci gruba dahil olanlardır. Çünkü, Osmanlı'nın Balkanlar'daki askeri örgütlenmesi içinde yalnız onların yeri olmuştur.
Osmanlı öncesinin dört grubundan Gagavuzlar hariç diğerleri, Yörük ve Tatarların Balkanlar'a gelmesinden sonra ve zaman içinde İslam olmakla, diğerlerine karışmışlardır. Kısaca, Balkan Türklerinin böyle karışık bir yapısı vardır. Bugün, herhangi bir Balkan göçmeni Türk, benim aslım Konyalı ve Karamanlı derse bile, bu öyle her zaman doğru bir ifade olmayacaktır.[kaynak belirtilmeli] Anadolu'dan yoğun olarak Karamanoğulları Beyliği topraklarındaki Konyar Sarı Yörükler göç etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu idaresi, Karamanoğulları topraklarından göç ettirdiği Türkleri, Balkan topraklarına dağınık bir şekilde yerleştirmiştir. Böylece Anadolu’daki aşiretler arasında kan davası bitmiş ve Balkanlar Türkleştirilip İslamlaştırılmıştır.
1912-1913 yıllarında Balkan Savaşları’nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından kaybedilmesi, bölgedeki Türkler açısından büyük sorunlara sebep olmuştur. Yüzlerce yıldır bölgede yaşayan Türk nüfusun büyük bir kısmı çeşitli dönemlerde Türkiye’ye ve az bir kısmı da Avrupa ülkelerine göç etmek mecburiyetinde kalmıştır. Bütün bu göç hareketlerinin yanında, bugün de Balkan topraklarının çeşitli kesimlerinde Türk nüfus mevcuttur.